13 Aralık 2012 Perşembe

"Seyahat Ya Resulallah!"


Evliya Çelebi, bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz (sav)'i görür; o Kutlu Peygamber'i karşısında görünce o kadar heyecanlanır o kadar heyecanlanır ki "Şefaat Ya Resulallah" diyeceğine şaşırır ve "Seyahat Ya Resulallah" der. Bundan sonrasıysa hepimizin malumu: Evliya Çelebi'ye Seyahatnameyi yazdıracak bir hayat...

Şimdilerde böylesine gezmek ancak gençlerin tutkuları arasında sanki. Evlenen, çoluk çocuğa karışan yahut öyle bile olmasa bir işe başlayan pek çok insanın dışarı çıkma serüveni, şehirdeki alışveriş merkezlerinden birine varana kadar. Orada da tüketici topluma layık bir birey olarak, mağaza mağaza gezmek ve paramız varsa alışveriş yapmak yoksa da ağzımızın suyunu akıtıp geri dönmek var. Daha fazlasını göze alacak ne paramız ne vaktimiz ne de enerjimiz var; aslında en temelinde gezme görme tutkumuz yok.

Modern toplum bize saray gibi evler inşaa etmeyi öğütler durur, bilinçaltımızda bu vardır. Kocaman televizyonlar, ev sinema sistemleri, çeşit çeşit ve çoğu çok pahalı dekoratif ürünler... O kadar para verip evi vakit geçirecek en konforlu yer haline getirdikten sonra zaten kim düşer yollara... Eh, nihayetinde "yol da bir durma biçimidir" zaten...

Halbuki 3-4 saat uzaklığımızda ne şehirler var ve o şehirlerde kendilerine has zenginlikler, gezilecek görülecek yerler, denenecek lezzetler ve tanışılacak insanlar... Sırt çantasına atılan bir sandviçle de yola çıkılır pekala! Yanına fotoğraf makineni aldıysan tamamdır.

Buna cesaretimiz olsa ne depresyon kalır ne dert ne tasa. Boşuna dememişler "Tebdil-i mekanda ferahlık vardır" diye. Sadece yolda geçirilen zaman bile, o yemyeşil ağaçlarla kaplı dağların taşların arasında yapılan yolculuk bile beni huzur insanı yapmaya yetiyor. Herkes için genel geçer sanıyorum bu yüzden de bunu.

23 Eylül 2012 Pazar

Çaresizsiniz Ancak Çare Siz Değilsiniz!


İnsanın başarmak için ihtiyacı olan şeyin kendi içinde olduğu, kendine güvenen ve kendi gücünü keşfeden insanın her zaman başarılı olacağı, başarının ya da başarısızlığın hep kişinin kendi elinde olduğu öğretisi her halde 21. yüzyılın bize attığı en büyük kazıklardan biri!

İnanıyorum ki günümüz depresyonlarının en büyük sebeplerinden biri de bu. Kişisel gelişim kitapları bu yüzyılda moda halini aldı ve bize hep başarmanın bizim elimizde olduğunu öğretti durdu. "Nasip" kelimesini gönül sözlüğümüzden çıkardı ve onun yerine "Çaresizsiniz ancak çare sizsiniz" cümlesini beyinlerimize kazıdı. Buna o kadar çok inandık ki her başarısızlık da kendimizi suçlar olduk. Öyle ya biz yeterince isteseydik yeterince çalışsaydık mutlaka olurdu. Eğer olmadıysa bu ancak bizim hatalı olmamızdandır! Zaferlerse öyle gözümüzü kamaştırdı ki kendi benliğimizin kurbanı olduk..

Oysa "nasip" diye çok güzel bir kelimemiz vardı bizim. Beyinlerimiz "kaderine boyun eğme" fikriyle zapt edilmezden evvel "rıza" kavramı hayatımızdaydı. 'Başarıları ve yenilgileri etkileyen bizim dışımızda da faktörler var; zaten bütün evren bir ahenk üzerine işliyor. O ahengi bozacak ne bir zafer kazanılır ne bir yenilgi gerçekleşir'. Bu anlayış öyle ki mutlak kaderci anlayışın insan iradesini dışlamasını da eleştirebilir; "hal diliyle dua" etmenin öneminden de dem vurabilir. Yani bir işin olması için ellerini kaldırıp Rabbine yalvaran kula, o işin olması için çalışmasını böylece hal diliyle de dua etmesini söyler. Bu anlayışta "Tevekkül" en güzel anahtardır hayatımızın tüm açılmaz kapılarına. Biz işimizi yapar, gerisi Allah'tan bekleriz. "Her kudret Allah'tandır", "İşlerimizi ancak Allah nihayete erdirir."
Kendisine yaptığı hayırlı bir işten ötürü "Allah senden razı olsun" denen âlim, "Önce ben Allah'tan razı olayım" diye cevap verir. Yani ben başıma gelen işe rıza nazarıyla bakabileyim; ondaki hayrı görebileyim; ondan gelene rıza göstereyim. Bu olursa Allah benden razı olur. Şimdilerin "Her şey senin elinde" anlayışı işte bu rıza kavramını hayatımızdan dışlıyor. Bizi kendimize karşı hoşgörüsüz, tahammülsüz kılıyor. Günlük hayatın getirdiği o sürekli yarış halini körüklüyor ve sürekli ruhumuzdan çalıyor. Kendine karşı hoşgörüsüz olan insan başkalarına karşı da hoşgörüsüz oluyor. Öyle ya o da içindeki gücü keşfedip yeterince çalışıp kazansaydı! Böyle böyle merhamet kavramı toplumu terk ediyor.
 
Umuyorum şu anda içinde olduğumuz Ramazan ayı; televizyonlarda artan dini yayınlar, gazetelerde artan dini yazılar bir vesile olur bu konuda "Çare Sizsiniz" tuzağından kurtulmamıza... Umuyorum bilinçli yazarlar bilinçli yazılar yazarlar ve şu "her şey senin elinde" tarzındaki kişisel gelişim kitaplarına alternatif oluşturabilirler.

4 Haziran 2012 Pazartesi

Zamanın yazı ile fotoğrafını çekmek


Elif Şafak, aklında ne olduğunu, aslında ne düşündüğünü ya da düşlediğini onu yazıya dökmeden önce  bilemeyeceğini söylüyor. Ben de fark ettim ki bu durum ona özel değil. Ben de parmaklarım klavyedeki tuşlara dokunmadan evvel aklımdakileri berrak bir şekilde göremiyorum, zihin aynam bulanık.. Hatta öyle ki hakkında yazmak istediğim ama ne yazacağımı bilmediğim bir şey olduğunda ilk önce parmaklarımın klavyede özgürce dolaşmasına izin vermem gerekiyor. O ilk söylenmesi gerekenler söylenmedikçe diğerlerini yani daha iyilerini, daha düzenlilerini, daha anlamlılarını söyleyemiyorum..

İşte  bu blogu da en temelde bu sebeple istedim. Zihin aynamı berraklaştırmak, yolumu daha net görebilmek için!
 
Başka bir sebep de insanın paylaşmaya olan ihtiyacı... Yani istiyorsunuz ki  fikir dünyanızda olan bitenleri ya da gördüğünüz güzel bir filmi, okuduğunuz güzel bir yazıyı şiiri, gezdiğiniz bir mekanı ve hatta yediğiniz lezzetli bir yemeği anlatasınız. 140 karaktere sığdıramadığınız cümlelerinizi paylaşasınız. Hem de öyle olsun ki canınız istediği zaman geri dönüp bir zamanlar ne düşündüğünü görebilesiniz. Bir nevi zamanın yazı ile fotoğrafını çekmek yani.

İşte bu sebeplerden blog yazmaya karar verdim. Güzel paylaşımlar yapmak dileğiyle :)