25 Ocak 2016 Pazartesi

Bir Zihin Karmaşası-3

Bir umuttu aradığı hayatta.
Eşinin gözlerindeki aşkta, evlatlarının  minicik yüreğinde, annesinin ellerindeki şefkatte, babasının dağ gibi duruşunda...
Her yerden bir boşlukla dönüyordu aranan gözleri, bir tek evlatlar hariç...
Eşinin gözleri, alev topu...dili aşk ve muhabbetten uzak.
Annesinin kalbi zaman yorgunu, elleriyse ona erişmez. Yine de dualarının baş kahramanı yapar onu.
Babası kızgın aczine, sorgulamalar bitmek bilmez.. Kendi aczini görür onun felaketinde. 
 
Evlatlarınında umut ve sevgi arayışlarında hep ona takılır gözleri. Sırtındaki en güzide yük budur, taşımaktan mutluluk duyduğu. Ancak bu da çare değildir yaralarına. Güçlü tutar onu; ancak çözmez sorunun kendisini.
 
Bir sınavdır der, her seferinde bırakmaya yeminler ettiği sigarasını tüttürür kapı önünde. Uzun boyuna rağmen, yakıştıramadığından karakterine, dimdik duramaz eğik tutar sırtını. Her gün karış karış bildiği yollarda dirhem bilmediği insanların yüklerini sırtlanan hamal gibidir duruşu..
 
Ve bir Necip Fazıl şiiridir bütün bir yaşam boyu diline dolanan:
 
"Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!"

18 Ocak 2016 Pazartesi

Haykırmaaaaaak İstiyorum!

İlhan İrem- Konuşamıyorum

Bir şey yok.
Seviyorum nostaljiyi.

Nakkaş Geldi Meydane

:P
Cancazım kitap fuarından hediye almış bana... Ama yazılmışlardan değil. Yazılmak üzere hazırlanmışlardan..
Şöyle de bir not düşmüş, hakettiğimden değil nazikliğinden.. :)

Bir Zihin Karmaşası-2

Mutsuz bir rüyanın sabahında değişmişti hayatı... Her detayı sanki saniyeler önce yaşamış gibi hatırındaydı.
O uğursuz telefon sesi.. Ve ağızlarda tat bırakmayan ölüm haberi.
.
.
Yeni gelmişti bu şehre.. Şehr-i İstanbul ilk dakikadan bir soğuklukla karşılamıştı onu. Şehre girer girmez ilk karşılaştığı manzara bir trafik kazasıydı. Yerlere saçılmış kanlar içinde ölü bedenler ve hiçbir şey yokmuşçasına yoluna devam eden kaygısız ruhlar...
Hayali ile bile damarlarında kan akışını hızlandıran bir şehir, belki de içinde yaşayan kalabalıklar için biteviye bir yaşam sunuyordu. Onu dehşete düşüren bu manzara, belki de bu şehrin insanı için sadece yaşamın sevimsiz bir parçasıydı. Üzerinde durulmayan, yanından hızla uzaklaşılması gereken...
-------
Ve akmıyor kelimeler...Bir yaşam tasarlamak öyle ürkütüyor ki beni. Hayaline bile katlanamadığım şeyleri, hikayemin kahramanına yaşatmak da çok vicdansızca geliyor bana... Korkuyorum, "Bir Adam Yaratmak" ve tıpkı Hüsrev gibi onu yaşamaktan...
"Sanatkâr bir mahluktur, fakat yaratmak cehdinde bir mahluk! Onun bir eseri bir de kendisi vardır. İşte sanatkâr çok defa yaratmaya kalkıştığı tipin, yaratılmış olan ta kendisidir." diyor Necip Fazıl.
Haşa sanatkar sıfatına nail değilim ancak amatörce de yazıyor olsam bu satırlardan sebeptir korkuyorum. Ben kendimi yazmıyorum, ama ya yazdığım kendimsem, ya kendim yaşarsam kahramanın başına gamsızca dert ettiğim olayları..
Ve akmıyor kelimeler... Öncelikle bir trafik kazasına kurban edecektim sevdiğini, sonra kanserden kaybetmeye karar verdim minik yavrusunu. Daha başka felaketler de geldi aklıma, daha grift daha şaşılası haliyle. Uğursuz bir telefon sesi vardı ve o telefondan da elbet bir felaket haberi gelecekti. Ancak yazamadım. Belki de yazmamalıyım.
Bir zihin karmaşası, kendi karmaşıklığında tükendi.

13 Ocak 2016 Çarşamba

Zümrüt'e...

Sevgili dost, böyle bir kart hazırlamış bana...
Hiç sebepsiz.. #icimdengeldi diyor :)
Hiç beklenmeyen anda gelen hediyeler, çok daha sevindiriyor beni.. Planlı programlı hediyeleşmeleri sevmiyorum. En güzeli böyle..
Kalemine yüreğine sağlık dost! 
"Koşullar ağırdı ve ben seni o zamanlarda da seviyordum" C. Zarifoğlu

12 Ocak 2016 Salı

Doğa'nın Doğum Günü! (4 yaş)

4 yaşındaki çocuklar, sevildiklerini somut olarak görmek istiyor. Sevginin göstergesi somut olarak bekleniyor bu yaşlarda ve bu sebepledir ki doğum günleri daha 3-4 ay varken gündeme geliyor. Hediyeler sabırsızlıkla bekleniyor, hatta bazı çocuklar tarafından sipariş bile ediliyor :)
4 yaşındaki Doğa'da hediyesini sipariş verenlerden.. Sen şu şarkı söyleyen köpeği al, sen Hello Kitty'li hırka, sen tüllü etek, sen de uğur böcekli pasta al gibi..
Bu yaş gününde, sanırım farklı şehirlerde olmamızdan, bana hediye sipariş etmeyi unuttu.... Ben de 4 yaşındaki çocuğa ne alabilirim diye düşünürken, hazır bir oyuncak ya da giysi falan almak istemedim. Bilgi ve becerisini artıracak; aynı zamanda çocuğu uğraştıracak ve böylece annesine nefes alma zamanı kazandıracak bir şeyler olmalıydı.
Neredeyse her blog yazarının tanıdığı Bal Köpüğü'nün minnoş dükkanını karıştırırken ne alacağımı da buldum..
6lı tüpte simler, renkli eğlenceli 3lü bantlar, meyve şekilli makas, stampalı keçeli boya seti, şemsiye şekilli mini delgeç...
  
Bunlara bir de Migros'tan prit ekledim ki simleri yapıştırabilsin. Sticker ve boyama kitabı hediyeli TRT Çocuk dergisi.. Ve bir de hayvan figürlü pipetler, bunlar kel alaka ama çok sevimlilerdi dayanamadım.
 
Tabii 8 yaşındaki abla da unutulmamalı..Ona da Tübitak'ın Bilim Çocuk Dergisi... Aslında abone yapmak lazım çocuğu da ne zaman yapsam bilme.  4 TL bir şey aslında dergi, hiç yükü olmaz.  
 
Öyle işte.. 

6 Ocak 2016 Çarşamba

Bir Zihin Karmaşası

Asya o sabah gözlerini açar açmaz karanlığı gördü. Etrafındaki her şeyi görünmez kılan karanlığı...
 
Öyle ki bu karanlık, Asya'nın cismini ve ruhunu da görünmez kılıyor; her şeyi açık seçik ortaya döken gün ışığının arsızlığına meydan okuyarak, hükmü altına alabildiği ne varsa örtüyor gizliyor; böylece bir nevi onlara yokluğu tattırıyordu.
 
Asya da bedeni ve ruhuyla bu karanlıkta yok oluyordu; ancak hiçbir şikayeti yoktu bu durumdan. Var olmanın hakkını veremediğinden, yok olmak da kaldıramayacağı bir yük gibi görünmüyordu ona. Gönül rahatlığı ile bir anda yok olabilir ve bu yokluk herkeste yalnızca hiç var olmamış birinin varlığına duyulan özlem kadar bir hissiyat oluşturabilirdi. Her şeyden elini ayağını çekebilir, onsuz da yürüyen işlerin ona önemsizliğini haykırışına kulak asmayabilirdi. Yapabilseydi eğer...
 
Karanlığın örtemediği, gizleyip adeta yok edemediği tek şey zaman... O ilerlemese, karanlığı alaşağı ederek yerine gün ışığını meydana sürmese bu dediklerini yapabilirdi.
 
Ancak o gün o saatlerde gözlerini açan herkes gibi, Asya da yeni günü karşılamakla mükellefti. Perdenin ardından vuran gün ışığı, beyninde tortulaşan, karanlığı fırsat bilerek onu esir alan ve ruhuna eziyet eden fikirleri bir kenara süpürdü. Yavaşça kalktı yatağından; çoktan o gün yapacağı işleri planlamaya başlamıştı. Artık beyni yalnızca bir günü yaşamanın gerektirdiği sorumluluklarla doluydu.
Yalnızca yüzünü yıkarken bir ara aynada gözlerine baktı, ruhunu orada göremedi. Bir saniyeden bile daha kısa süren bu anda, ruhunu karanlığın değil aydınlığın yok ediyor olabileceğini düşündü. Bu kısacık idrak anından sonra, beyni yine yapılacaklar listesini önüne serdi.
...
Asya işe gitmek üzere hazırlandı, yola koyuldu.
...


"İdrak ile geçmişse boşa geçen zaman, helal olsun"

5 Ocak 2016 Salı

Ponsetya Kurtarma Operasyonu

Ponsetya, ilk olarak Atatürk'ün çabaları ile Türkiye'de yetiştirilmeye başlanmış. Bu sebeple, Atatürk Çiçeği olarak da biliniyor. Yaprakları kıpkırmızı, o kadar narin güzel bir çiçek ki... Biz de, görür görmez alıverdik bu narin çiçeği...

Almadan önce çiçeğin ihtiyaçlarını biraz araştırsaydık, bu narin çiçeğin güneş görmeden yaşayamayacağını öğrenir ve orada vedalaşıverirdik. Fakat yapmadık. Üste bir de uzun süre kendisi ile vedalaşmayı, evden göndermeyi reddettim. O kadar güzeldi ki... Şimdi ise zavallı Ponsetya'm evim güneş görmediği için neredeyse bütün yapraklarını döktü. Ölmek üzere...

Keşke bu çiçeği almadan evvel, Çözüm Peyzaj Şile sitesinden çiçek hakkında gerekli bilgileri alsaydım. Nasıl bakılır, nasıl sulanır, ne kadar büyür, hangi mevsimde ne yapmak lazım...
Bir canlı yetiştirmek, sorumluluk gerektiriyor...

Ponsetya'yı iş yerime getirdim.
Daha önce Fittonya'larımı böyle kurtarmıştım. O da tıpkı Ponsetya gibi, sürekli güneş ışığı isteyen bir bitki.. Şimdi yayıldı, büyüdü.. Pek güzel oldu.
Bakalım kurtarma operasyonu nasıl gelişecek.
11 Nisan 2016: Yukarıdaki postu paylaştığımda 5 Ocakmış! İşte ponsetyamın şimdiki halini paylaşıyorum. Elhamdülillah, her geçen gün güzelleşerek bugünlere geldi.