18 Ocak 2016 Pazartesi

Bir Zihin Karmaşası-2

Mutsuz bir rüyanın sabahında değişmişti hayatı... Her detayı sanki saniyeler önce yaşamış gibi hatırındaydı.
O uğursuz telefon sesi.. Ve ağızlarda tat bırakmayan ölüm haberi.
.
.
Yeni gelmişti bu şehre.. Şehr-i İstanbul ilk dakikadan bir soğuklukla karşılamıştı onu. Şehre girer girmez ilk karşılaştığı manzara bir trafik kazasıydı. Yerlere saçılmış kanlar içinde ölü bedenler ve hiçbir şey yokmuşçasına yoluna devam eden kaygısız ruhlar...
Hayali ile bile damarlarında kan akışını hızlandıran bir şehir, belki de içinde yaşayan kalabalıklar için biteviye bir yaşam sunuyordu. Onu dehşete düşüren bu manzara, belki de bu şehrin insanı için sadece yaşamın sevimsiz bir parçasıydı. Üzerinde durulmayan, yanından hızla uzaklaşılması gereken...
-------
Ve akmıyor kelimeler...Bir yaşam tasarlamak öyle ürkütüyor ki beni. Hayaline bile katlanamadığım şeyleri, hikayemin kahramanına yaşatmak da çok vicdansızca geliyor bana... Korkuyorum, "Bir Adam Yaratmak" ve tıpkı Hüsrev gibi onu yaşamaktan...
"Sanatkâr bir mahluktur, fakat yaratmak cehdinde bir mahluk! Onun bir eseri bir de kendisi vardır. İşte sanatkâr çok defa yaratmaya kalkıştığı tipin, yaratılmış olan ta kendisidir." diyor Necip Fazıl.
Haşa sanatkar sıfatına nail değilim ancak amatörce de yazıyor olsam bu satırlardan sebeptir korkuyorum. Ben kendimi yazmıyorum, ama ya yazdığım kendimsem, ya kendim yaşarsam kahramanın başına gamsızca dert ettiğim olayları..
Ve akmıyor kelimeler... Öncelikle bir trafik kazasına kurban edecektim sevdiğini, sonra kanserden kaybetmeye karar verdim minik yavrusunu. Daha başka felaketler de geldi aklıma, daha grift daha şaşılası haliyle. Uğursuz bir telefon sesi vardı ve o telefondan da elbet bir felaket haberi gelecekti. Ancak yazamadım. Belki de yazmamalıyım.
Bir zihin karmaşası, kendi karmaşıklığında tükendi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder